Kötülüğün tırnakları arasında çırpınan bütün dünyayı düşünüyordu; açgözlülük, inançsızlık, kin salıverilmişti; halklar açlık çekiyor ve üşüyordu, bitip tükenmişlerdi ve artık ölüm istemiyorlardı ancak onları yeni kıyımlar için hazırlıyorlardı yine, yabanlaşsınlar diye korkunç yalanlarla doldurup kızıştırıyorlardı; üstlerinde çıldırmışlığın ve yıkımın yelleri esiyordu... “Yok mu?” diye haykırıyordu içinden Kosmas. “Sevgiyi getirecek yalın ve güzel bir söz yok mu?” Genç ve ihtiraslı yazar Kosmas, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eşi Noemi’yle birlikte Girit’e döndüğünde bir cennet gibi hatırladığı memleketinin yerinde yıllar süren savaşın tanınmaz hale getirdiği bir ada bulur. Her zaman ters düştüğü babası ölmüştür ve adanın büyük reislerinden dedesi de ölüm döşeğindedir. Kosmas yaşadığı kayıplardan ve karşılaştığı manzaralardan sonra dünyada yeni bir kardeşliği egemen kılacak kişilerin kendisi gibi aydınlar olduğuna karar verir. Yokuş, Nikos Kazancakis’in ölümünden yıllar sonra keşfedilen