“Victor Hugo ve niceleri çocuğu hep bir melek olarak gördüler. Asıl onda şeytani ve gaddar olanı görmemiz gerekir. Çocuğa dair yazılanlar da ancak bu bakış açısıyla yenilenebilir. Çocuğun küçük bir hayvan olması kaçınılmazdır.” Jules Renard, 1894’te yayımlanan Havuçkafa’yla edebiyatta masum çocukluk ve kutsal annelik temsiliyle ilgili kalıpları yıkmayı amaçladığını bu sözlerle duyuruyordu. Gerçekten de yetişkinlerin ikiyüzlülüğüne ve sahtekârlığına karşı, eşit olmayan koşullarda mücadeleye girişen çocuğu, çığır açan bir gerçekçilik ve incelikle yansıtan bu roman, yazarına ânında büyük bir ün kazandırdı ve Fransız edebiyatının en güçlü ve çarpıcı tanıklıklarından biri olarak klasikleşti. Onlarca dile çevrilerek tüm dünyada yankı uyandıran Havuçkafa, tiyatro, sinema, TV dizisi, animasyon ve opera uyarlamalarıyla güncelliğini koruyor. Taşra zengini Lepic ailesinin en küçük oğlu Havuçkafa, kızıl saçları, çilli yüzü ve geniş hayal gücüyle sevimli ve zeki bir çocuktur ancak annesinden sevgi